Kökleri Küçükçekmece’de, gövdesi Sarayevo’da (Saray-Bosna), dalları Roma’da olan bir ağaç gibi yaşamı üç kente dağılmış. Savrulmanın nedenleri kendi dışında gelişen politik oluşumlar. Kosovalı babası da gençliğinde Balkanlar’daki tarihsel oluşumlar nedeniyle ordan oraya savrulmuş. Bu art arda yer değiştirmelerin sonucu mu bazı izleklerin gravürlerinde ortaya çıkması? Fatih Mika bunu dile getiriyor: “Elli yıllık yaşam içinde üç ülke, üç vatan edindim.”
Başlıca izlekleri: balıklar, kuşlar, yazılar. Suyun altında güven içinde yaşayan balıklar sudan çıkınca yaşayamazlar. Fatih Mika’ya soruyorum: “Balıklar suyun içinde daha mı güven içindedirler?” “Herkes kendi dünyasında güven içindedir.” diyor. Göçmen kuşların göç etmeye programlanışları doğanın yasalarına uygundur, ama onlar da şimdi tehdit altındalar. Balıkların, kuşların Fatih Mika’nın gravürlerinde bir süs olarak bulunduklarını düşünmek güçtür. Göç etmek zorunda kalan, düzeni bozulan insanların duyguları örtük biçimde av olan balıklara, kuşlara -belki bilinçle belki bilinçaltıyla- yansıtılmış gibidir. Gravürüne konu ettiği “eski yazıları” da göç etmenin getirdiği olumsuz dayatmaların dışında göremiyorum. İstenç dışı göçler yazıların/ kayıtların, fotoğrafların yitimine yol açmakta; anılar, kültür ve tarih (ataların tarihi, toplumun ya da topluluğun tarihi) kaybolmaktadır. Eski yazılar sanki bu eksiği karşılamak için sanatçının yapıtlarına girmektedir. Yukarda kurduğum bağıntıların yanı sıra aşağıdaki bağıntıların da Fatih Mika’nın resimlerini anlamada dikkate alınması gerektiğini ve bunların hepsinin birbiriyle ilintili olduğunu düşünüyorum.
Arnavut kökenli Fatih Mika’nın resimlerinde ince bir duyarlılık, saflık, yalınlık, sağlamlık, saydamlık ve yanı sıra ‘loşluk’ var. Fatih Mika’nın gravürlerinde imgeler en çok sessiz bir dünyadan, suyun altındaki loşlukta yaşananlardan seçilmiş. Sümer’de bu imgelemin yorumu kısaca şöyle. Güneş ışığı suyun dibine vurur ve bu yansıma bilgeliğin kendisidir. (Kramer, Sümerlerin Kurnaz Tanrısı Enki, Kabalcı, 2000, s. 420) Gerçeği bize doğrudan gösteren güneş ışığıdır, ama bilgelik gerçeğin yorumudur. Aynı zamanda denizin dibindeki loşluk güzel sanatlardaki imgelem, esin ve sezgiyle de ilişkilidir. Bu tanımlama ilk olarak Sümer’de ‘bilgelik tanrısı Enki’ üzerinden yapılmıştır ve Enki bu yüzden denizin altındaki sarayında oturmaktadır (öteki tanrıların sarayı gökyüzündedir).
Fatih Mika’nın denizin altındaki canlılara duyduğu ilgi, çocukluk anılarına ve kendi kültür tarihine duyduğu ilgiyle örtüşüyor. Eski haliyle herkes için doğal bir ‘niş’ olan Küçükçekmece gölü, Fatih Mika için sanatına esin kaynağı olan özel bir niştir. Küçükçekmece sanatçının aydınlanmasının, yeniden-doğumunun rahim sularıdır. Gravür sanatına yeni ve yaratıcı teknikler (örneğin ebru etkisi) katan sanatçı yapıtlarını müthiş bir sabırla oluşturuyor. Bu sabrı, Küçükçekmece’de çocuk yaşlarında geçimini sağlamak için balıkçılık yaptığı sırada edinmiş olmalı. Sait Faik’le sanatsal duygu hısımlığı kurması; Sait Faik’in balıkçıları, denizi, balıkları, kuşları, doğayı çok iyi anlaması, anlatması ile sıkı sıkıya bağlı. Fatih Mika 12 Eylül’den sonra kaçıp gittiği Yugoslavya’da iyi bir sanat eğitimi almış; sanat akademisininin gravür bölümünü çok iyi gravür hocalarının önderliğinde bitirmiş.
Fatih Mika’nın yapıtlarına (göçlerden ötürü yitirdiğini varsaydığım) atalarına ilişkin kayıtların, atalar tarihinin yerine koyduğu değerler olarak da bakabiliriz. Ortak kültürden kalanları sanatsal alanda yeniden kuruyor, geçmiş kültürle kendi yapıtları arasında akışkanlık sağlıyor. Bu kültür mirası yeryüzündeki bütün kültür mirasları gibi insanlığın ortak belleğiyle birleşiyor, onlarla da akışkanlık kuruyor. Sait Faik, Küçükçekmece, Mevlevi dervişleri, İlhan Berk şiiri, Eski Osmanlı hattatlarının yazısı ve Mısır’ın zamana karşı duran hiyeroglifleri gravürlerde sürüyor. Gelecek kuşakların imgelemine aktarılmak üzere birikiyor ve dünya kültürüne, sanatına, insanlığın yarattığı büyük okyanusa doğru yol alıyorlar.