Bir gravürcünün atölyesi insanın zihninde bir alkimistin laboratuarını çağrıştırıyor.Aşındıran asitler, asit tekneleri, gravür mürekkepleri, büyük kolları ile pres, aynen imbikleri, yılankavi kapları, kaynayan sıvıları anımsatıyorlar, fakat hepsinden önemlisi bu modern kimyanın kurucularına gizemli bir şekilde yinelenen bir hava eşlik ediyordu. Sonuç olarak gerek alkimistin araştırması, gerekse gravürcünün işi önceden bilinemeyene doğru bir yürüyüşü oluşturuyorlar, sanatçı ki amaçları doğrultusunda gelişen eyleminin sonuçlarını önceden kesinleştirebilecek durumda değil. İşte öylesine ki bu sırrın unsurlarından biri her zaman bir gravür presinin etrafında kanat çırpıyor, Fatih Mika’nın atölyesinde de, öylesine evcil ve ailevi bir görünüşü olmasına rağmen.
Fatih Mika’nın diğer teknikler içinde -ki hepsini ustalıkla uyguluyor- özellikle
şeker-kumlamayı sık kullanması bir raslantı değil, şeker-kumlamanın özeliklerinden biri olan raslantısal sonuçlar ki Fatih bunları kontrol altında tutmasını beceriyor; ve açık zamanlı asit oyma tekniğini kullandığında da gravür matrisi ile alçakkabartmayı bir ara yolda buluşturuyor.Şiirin unsurlarını toplayan Fatih Mika’nın gravür yapraklarında ki gerilimin bulunması her zaman zorunlu değil ise de aynı gravür yapraklarında bulunan masalımsı çağrışımlar ise zorunlu.
İstanbul'da doğdu, akademik olarak saygın bir grafik ve gravür okuluna sahip Bosna'da sıkıntılı Sarayevo'da biçimlendi. Sanatçı sık sık, ünlü türk öykücüsü Sait Faik'in şiirsel öykülerinden esinleniyor. Sait Faik İstanbul'un çevresinde yaşayan kuşları ve balıkları anlatıyor. Bu yakınlıktan ve karşılaşmadan Mika'nın nostalji dolu, masalımsı birçok mutlu gravür yaprakları doğuyor: Bu çok güzelleri SUR'lara adanmış olanları yada çok yalın nesneler olarak kuşları ve balıkları biçimlendirenleri.
Onlardan bir tanesini hepsi adına belirtiyorum, Dülger Balığının Ölümü, ki Hokusai'ın ahşap üzerine işlenen ünlü baskısını aklımızda çağrıştırıyor. Onun eski bir öğretmeninin söyledikleri elbette bir raslantı değil. Fatih Mika " gravür sanatçısı olarak japon duyarlılığına ve bir alman ekspresyonistinin eline sahip." Çifte mutluluk verici bu tanımlama, haklı bir şekilde sanatçıyı masalımsı boyutlara hapsetmekten kurtardığı gibi öğretmeninin bu zamanüstü tanımlaması - onun gravürlerinin de hakettiği gibi-, ekspresyonist çağrışımları, özellikle soyut bir dil kullanımı, çizgisel ve lekeci çalışmaları ile onun çağdaş estetik araştırmacı kararlılığı ile bütünleştiriyor.
Carlo Fabrizio Carli
Roma, Mart 2000
|