italiano
Fatih Mika  
 
Biyografi
  Fatih Mika
  Sergiler
  Kritikler
  Basından
 
Maria Angela Properzi

 

 Sanatta Raslantının Denetimi

Ondokuzuncu yüzyılının sanatçılarının bazıları raslantıyı ve dizi halindeki eylemleri kendi sanatsal yapıp etmelerinin temeli haline getirmişlerdi. Roma'yı ikinci vatan ve gravürü doğal dili olarak seçen Fatih Mika için bu böyle değildir.

Halbuki bu antik ve zor teknik ile Türk sanatçı bir raslantı eseri olarak tanışmıştır. 1980'de Yugoslavya'ya sürgün olarak gelmiş, o acı çeken şehrin, Sarayevo Akademisi Grafik Bölümüne, ileriki kariyerinde reklamcılık ve gösterim üzerine çalışmayı düşünerek kaydolmuştur. Oysa kendini gravür kurslarını takip ederken bulur. Bu da onun  için tam ve doğru bir çağrı olmuştur. Sesiz bir inat ile, değerli Slav geleneğinin mirasçısı Dzevad Hozo eğitiminde, ifade araçlarının hakimi olmuştur.

Her dilin kendi engelleri vardır, ama az kişi gravürün ve baskının görünmeyen zorluğunu bilir.

Baskıdan önce kaç aşama? Kaç kalıp? Peki asitin aşındırma süresi? Baskıdan yeni çıkmış kağıt sessizce kalkar ve niteliği kontrol edilir, eğer “iyi” olarak değerlendirilirse, işlem tekrarlanabilir.

İster resim, ister mimari ya da heykel olsun her yapıtın gerçekleşmesinin algıdan projeye ve tam olarak bitmesine kadar kendi aşamaları vardır. Ender olarak raslantısal bir doğaçlama ile geçişler  atlanabilir. Fatih Mika için, her davranış ve seçim uzaktan gelir ve emin bir teknik ve araç repertuarına sahip bir sanatçının özgürlüğü ile yerine getirilir. Ona gravür sanatının gerektirdiği adımların zorluğu sorulduğunda, sanatçı gülümser ve işin kolaylığından, ifadeyi metal üzerine, sadece görsel olarak değil, fakat hatta bir yaprağa, bir çiçeğe veya kabuğa dokunuş olarak da, tercüme etmek gerekliliğinden bahseder. Nerdeyse gururla, bu tercümeyi kağıda taşımak istediğini ve bu şekilde bir toprak tanesi gibi basit şeylerin ve yalın malzemenin anlamını tekrar bulmak istediğini söyler. En sonunda kalıbın basılması gelir ki bu sıradan bir iş değildir, fakat bir yayılma ve açılmadır.

Geleneksel teknikler arasında sanatçımız, dolaylı gravürü tercih eder, bunun en sık kullanılanı şeker-çinidir. Kalıp üzerinde ki reçine tanelerinin arasındaki boşluktan asit aşındırır; bu şekilde Fatih Mika’nın balıkları, sessiz deniz derinlikleri ve deniz kabukluları renk çeşitliliği ve üç boyutluluk kazanırlar.

Hiç bir zaman tekbaşına asit-oyma tekniğini kullanmaz ve sanki  kuru-kazı tekniğindeki çapaklar varmış gibi,  daha yumuşak  bir iz elde etmek için sık sık açık zamanlı  asit-oyma tekniğini kullanır. Fatih Mika baskıya su ve mermer etklerileri katan teknikleri birleştirmekte ve bununla sık sık kişisel yöntemlerini kombine etmekte çok ustadır. Ara tonlar (mezzotint) tekniğini kullandğı kalıplar da kendisi tarafından hazırlanmış ve sonra mıskala ile ezililerek gerçekleştirilmiştir.

Sonra, ana kalıba biçim veren ve “aşındırma” yolunu değil de ekleme yolunu takip eden ekleme baskı (collagrafia) gelir. Kalıbın üstüne alçı, sıva ya da  değişik malzeme uygulanır, bu şekilde gravür mürekkebi, kabartmalar arasında yol yapar, bu da derin ve sakin bir izlenim yaratır.

Mika bilgisayar grafiğinin Kimera’sı yerine gravür baskının teknikleri ve kimyanın yeni olanakları içinde keşfe çıkmayı tercih eder.

Sadece tek bir teknik değil, ender olarak tek bir kalıp. Ayrıca Mika ustasından genellikle şekle çok yakın kalıpları kesmeyi öğrenmiştir. Bunu malzeme ile mücadele etmeyen ama onunla diyalog kuran , onu ikinci planda tutan ve şekillendiren bir kişinin sabrı ve özgürlüğü ile yapar. Basılacak bu kalıpların pahı nadiren canlı, genelde yuvarlaklaştırılmış ustaca yontulmuştur. Fatih Mika böylece figüre yer açar, ve onu baskının sınırlarından kurtarır.   Açık mekanlar önermeyi seven bir sanatçıdır.; gravürleri bu mekanlarda kendilerine bir sınır konulmayınca da çok genişlerler. Sarayevo’da görüntünün kısıtlanmasından ve kapatılmasından kaçınılmak  için, çerçevesiz, iki cam arasında sergilendiğini anlatır.

Mika büyük bir ustalıkla kalıpları kendisi basar, bazı zamanlar izleyenleri kayıt dışı bir baskı ile şaşırtır ki bu da klasik flu ve hatalı izlenimi vermek yerine, yaklaşana  kendini keşifetmeye  davet  ettiren bir pencere  gibidir.

Kullanılan kağıdın herhangi bir özelliği yoktur, basit bir Catania kağıdıdır. Son olarak izlenimi daha da yumuşatan renkli pirinç kağıdı da kullandı.

Yapıtları ölçülü ve düzenlidir. Onlardan grafik karakterlerinin çeşitliliği izlenerek tad alınabilinir, nasıl heykel yüzeylerini ya da sevdiğimiz bir kitabın sayfalarını okşarsak onları da öyle okşamamız gerekir. Ama denizi ve felsefeyi seven, Türkiye’nin bu evladı için konular raslantı değildir. Kariyerinin başlangıcında, hayat ve olaylara bakış olarak yakın bulduğu İtalyan şairi Eugenio Montale’nin şiirlerini resimlendirmiştir. Yapıtlarında Japon ustalarının balıklarına yankı yapan, sevilen deniz peyzajlarının dışında, Roma yeniden-okumalarına ve sonra,  Monet’ten Picasso’ya kadar klasiklere ve Asur krallarının gizemli görünümlerine de sık sık rastlanır. Gelenekle olan alçakgönüllü ve aynı zamanda güvenli olan dialogu onu bizim için aynı zamanda hem yeni hem aileden biri yapmaktadır.

Son zamanlarda gravür yapraklarına, Türk geleneksel masallarının, gölge tiyatrosunun, kahramanları geri gelirler, ama  nerdeyse çocuksu olan bir saflığın anısını  bir kez daha izlemenin yalın zevki ile. Bu saflık, oyunun başkahramanı olan Kanlı Nigar’ın ritüel vahşetinin izini taşır. Göğe erme nostaljisini öneren sema halinde ki dervişler de bu saflığı simgeler.

Fatih Mika, büyük Paul Klee gibi araştırmaya yol açan sanatçıları sever. Onun dikkatli yöntemi, müzik ve şiir zevki  gizemli doğadan  ve aynı zamanda yaşamın kaygısından henüz kurtulan bir sanattan pay alır ve kayboluşun yerini sorgulayan bir hüzne terkeder.

Fatih’in sanatında demek ki, raslantıya yer yoktur, onun yerine alçakgönüllülük ve güvenle tamamlanmış bekleme ve araştırma vardır.


MARIA ANGELA PROPERZI                                                       
Avrupa Birliği Sanat Uzmanları

Roma, Nisan 2006

 

 

 

Turkcesi

Selin Erman

 
geri dön