Roma’nın sıcak mayıs günleri başlamıştı. Atölyenin, preslerin bulunduğu Via Ripetta tarafındaki kısmında ki açık pencerelerin önünden geçen iki katlı şehir turu otobüslerinin üst katındaki kuzeyli turistlerin kıyafetleri incelmiş, hafiflemişlerdi. Onsekizinci yüzyıldan kalma preslerin, petrol, alkol, mürekkep ve yağ kokularının arasında koşuşan öğrenciler, sınav için gerekli olan son gravürlerini basma telaşındaydılar. Birden kapıda beliren siyah saçlı, güneş görmemiş beyaz yüzlü, zayıf bir öğrenci bana doğru gelip: “Hocam beni öğrenci olarak kabul eder misiniz? Eğer beni kabul etmezseniz bu yıl sınıfta kalacağım.” Akademinin kapanmasına bir ay kalmış!... “Tamam, seni kabul edeceğim, ama hergün düzenli olarak derslere gelirsen bu iş olur.”
Giulio, bu bir ay içinde, sınava yetecek sayıda ve güzel gravürler yaptı. Metal kalıbı eline aldığında, sanki metalin yüzeyine gizlenmiş gravürü orada görüyor, çelik kalem ile bu gravürü metalin yüzeyine çıkarıyordu. Kuru-kazı tekniğinden sonra kumlama ve asit-oyma tekniklerini de öğrettim. Giulio artık heyecanlanmış daha fazlasını öğrenmek istiyordu. “Kusura bakma Giulio, daha fazlasını öğrenmek için derslere çok daha önce gelmeliydin.” demek zorunda kaldım.
Sınav günü gelip çattığında, Giulio sınav komisyonun önüne gravürlerini koydu. Bu gravürler, kendinden emin bir elden çıktığı belli olan, sağlam, temiz işlerdi. “Giulio, şimdi sana bu işlerin hak ettiğinden daha düşük bir not veriyorum. Diğer öğrencilerin, benim dersimin sınavının bir ay çalışılarak verilecek bir sınav olduğunu düşünmelerini istemiyorum. Yine aynı nedenden dolayı gravürlerini yıl sonu sergisine koymayacağım.” Bütün bu olanlara rağmen Giulio bana teşekkür edip gitti. Sınavlar bittikten sonra yıl sonu sergisi de bitti. Ben atölyemdeki çalışmalarıma daldım. Ama Giulio’yu unutmadım. Bu hikaye zaman zaman gözümün önüne geliyor, Giulio’nun gravürlerini yıl sonu sergisine koymamış olmaktan pişmanlık duyuyordum. Sonra aklıma Giulio’nun gravürlerini TÜYAP Sanat Fuarı’na götürmek geldi. Ben de bir cep telefonu numarası vardı, aradım. Ama Giulio’ya ulaşmak olanaksızdı.
Aradan epey bir zaman geçti. Baktım birgün benim atölyeye kendiliğinden uğradı. Bunun rastgele bir uğrama olmadığını hemen anladım. Çünkü benim atölye öyle önemli bir yolun üzerinde değil.
- Nasılsın? Ne yapıyorsun?
- Hocam gitar yaptım, getireyim mi? Görmek ister misiniz?
- İyi getir, gravür kalıplarını da getir basalım, gravürlerini İstanbul Sanat Fuarı’na götüreceğim.
Ertesi gün bir elinde gitarı, diğer kolunun altında gravür kalıpları geldi. Kılıftan gitarı çıkardığında ne göreyim, Giulio elektronik bir gitar yapmış, üstelik gövde kısmını gravür çinkosundan kesmiş. O zaman atölyenin önünden neden geçer gibi yaptığını anladım. Gravür ile ilişkili bu gitarı bana göstermek istiyordu. Neyse gravürleri bastık, ama imzalaması için yine Giulio’ya e-mail gönderiyorum ( Cep telefonunu çaldırdıktan sonra bir daha cep telefonu almamış.) ama bir türlü yanıt alamıyorum. İstanbul’a hareketimden birgün önce ona gönderdiğim e-maili okumuş geldi.
- Neredesin?
- Bolzano yakınlarındaki Karanlık Ormanlar’a gittim çadırla, tek başıma. Ormanda karanlık basınca çok korktum sonra çadırı alıp gölün kıyısına kurdum orada uyudum. Dün akşam döndüm Bolzano’dan. E-mailinizi ancak dün akşam okuyabildim.
Bu yıl baktım yine benim öğrencim. Artık çok kaliteli işler yapar diye düşünüyorum. Bir iki gravürden sonra, 65x50 cm. boyutlarında büyük bir gravüre başlıyor ve bitiriyor. Sonra tekrar ortalıklarda yok. En sonunda facebook’ta yakalıyorum. Profilinde arkadaşları doğum gününü kutlamışlar. O da “Bir yaş daha büyümek, dilerim yaşama zevkimin tadını kaçırmaz.” yazmış. Ben de profilinin altına “ Sevgili Giulio, bir yaş daha büyümek, önümüzdeki Perşembe günü sınavın olduğunu umarım aklına getirir.” diye yazdım. Hemen aradı. Ama artık çok geçti. “Eylülde verirsin artık sınavını.” dedim.
Gravürden eylül ayına sınava kalmak berbat bir şeydir. Çünkü bir gravür atölyesiz sınava hazırlanmak nerede ise olanaksızdır. Bunu bildiğim için “ Gel, benim atölyede birlikte çalışırız.” dedim. Önceki gün geldi “Bana güvendiğiniz ve benden ümidinizi kesmediğiniz için çok teşekkür ederim.” dedi. Elinin altında bir metrekare muşamba. İlk defa muşamba üzerini oymaya başladı. Yine doğaçlamadan, sanki bui şi yıllardır yapıyormuş gibi. Bir yandan da anlatıyor. Almanya’da bir müzik festivaline katılmış, Via Dell Corso’da çalıyormuş (Roma’nın önemli caddelerinden biri) yirmibeş Euro kazanmış, Milano’ya arkadaşları ile konser vermeye gitmişler, masraflar çıktıktan sonra elli Euro kalmış. Bu arada gravürünü basmak için gereken kağıdı ben veriyorum, üzülüyor.
- Üzülme, ünlü olunca ödersin. Ünlü olma ihtimalin var mı?
- Var.
Merak edip soruyorum
Fatih Mika