Yapraklarına dokunduğumda, bana serin kokusu ile yanıt veren
kırmızı çiçekli sardunya, hayatımızın ne kadar da kolay renklendirilebileceğini
anlatır hep. Bir saksı sardunyanın dallarını kırıp dikseniz; çiçeklerden, yeşil
yapraklardan, kokulardan oluşan bir orman yaratırsınız kolayca. Kendini bu
kadar kolay vermesi, zor koşullara dayanması insanları yanıltır, nasılsa hep
bekleyeceği sanılır, önemsenmez. Bir çiçeği sevmekle herşeyin başlayacağı
unutulur. Kim ne derse desin, sardunyaları sevemeyenlerin, orkideleri de
sevemeyeceğine inanırım ben.
Birgün, bir bakarsınız sardunya saksısının içinde, hiç
tanımadığınız iki yuvarlak yaprak, sardunyanın sevinçlerini paylaşarak büyüyor.
Bir karış olduğunda tanıdığınız bu bitki, geçen yılın kayısı çekirdeğinin fidesidir.
Diğer saksılarda elma, nar, şeftali; bir başkasında kuşların ya da rüzgarların
getirdiklerinden büyüyen diğer ağaç fideleri, incir, kavak, akağaç; incecik
gövdeleriyle sardunyaların dalları ve yaprakları arasından, eğile büküle güneşe
doğru uzanıyorlar. Sonra yan dalları fışkırır. Bu dalları budayarak, eğerek,
saksıyı yan yatırarak yoksul ailelerin çocukları gibi erkenden olgunlaştırıp,
ağaca benzetirim bu fideleri. Her geçen yıl, sahnedeki balerinin vücudu, canlı
bir heykel gibi, başka biçimler veririm bu
küçük ağaçlara.
Daha eski gözükürler gerçek yaşlarından. Bir parça toprağın
içinde bunca işkence yorar onları; yaprakları küçülür, gövdeleri kabuklaşır.
Üzerine salıncak kuramadığım, saklambaç oynarken saklanamadığım, saksıdaki bu
küçük ağaçlar, herşeye rağmen bir ilkyaz günü baharlanıp beni
heyecanlandırırlar. Yaz aylarında kızaran küçük iki şeftali tuz biber eker
sevinçlerime. Bazen kızarım kendime. Zorla eskitilen kot pantolonlar gibi,sahte
bir yaşam yüklüyorum diye bu ağaçlara. Onlara ait olmayan.
Nasıl bir tuval üzerindeki pigmentler kendi hayatlarına
anlatamaz, sanatçıyı anlatırlar. Saksıdaki bu küçük ağaçlar da; benim bildiğim,
sevdiğim, üzerlerine tırmanıp meyveler çaldığım ağaçları anlatıyorlar
penceremin kenarında.