Annem beni bayram namızına kaldırdığında, artık beni bayram namazına kaldırmamasını söylüyorum. Annem çok üzülüyor. Herhalde o bayramı, anneme zehir ediyorum.
Tüm yaşamım boyunca aldığım bu sıra dışı kararlarım, bir yandan beni ben yaparken, diğer yandan da yakın çevremle ve kurulu düzenle ilişkilerimi zorlaştırıyor.
Birgün masaya oturmuş, annemin yufka yufka açtığı, içine kıymalar koyarak muska gibi ikiye katladığı mantı böreğini yiyoruz. Birden anneme “Ben sözlendim.” diyorum, daha üniversitede ikici sınıfa yeni geçmişim. İçi içini yiyen annem “sözlün kim?” diye de soramıyor, bütün gece uyuyamıyor. Aklına postallı, parkalı, erkekler gibi kısacık saçlı kız arkadaşlarım geliyor. Sonra nişanlımı tanıştırıyorum, seviyor. Üsküp’te konsoloslukta bir başımıza evleniyoruz, yine seviniyor. Ayrıldığımızda çok üzülüyor.
Priştina’da akademiye başlıyoruz. Kışları saçaklarından kılıçlar gibi sarkan buzları; akşamları kavak ağaçlarına uyumaya gelen gürültülü binlerce kargası; karlı havalarda orman köylerinden kızaklarla odun getirip satan köylüleri ile; kasaba boyutlarında bir şehir Priştina. Satınaldığım upuzun odunları eksi çok derecelerde bahçede demir saplı bir testere ile kesiyorum. Soğuktan demir testere elime yapışıyor.
Yazları kuru sıcaklarda, ben ülkemden, sevdiklerimden uzak bir başıma Priştina’yı bekliyorum. Etnik savaşların kalıntısı bir kültür ile yüksek duvarlarla çevrilmiş evler. Evlerin, küpe çiçekli, buzlu begonyalı, sümbüllü, laleli, ceylangözü sardunyalı, güllü özenle düzenlenmiş avluları. Sokağa çıkmaya gerek kalmadan bütün mahalleyi dolaşabileceğiniz avludan avluya geçen kapıcıkları var.
Bizim gibi, üniversiteye Priştina’da başlayan Sedat, babamın eski bir arkadaşının oğlu. Biz de Sedat ile yakın arkadaş oluyoruz.
Sıcak bir yaz günü karım, kuzeni, Sedat ve ben Üsküp’e konsolosluğa pasaportlarımızı uzatmaya gidiyoruz. Ne görelim konsolosluk bayram nedeni ile kapalı. İçinden Vardar Nehri'nin geçtiği, üzerinde kesme taşlardan yapılmış güzel Vardar Köprüsü’nün bulunduğu Üsküp Şehri'ni gezip akşamüstü Priştina’ya evimize dönüyoruz.
Bir kaç gün sonra, biz Sedat ile ikimiz, tekrar Üsküp’e konsolosluğa pasaportlarımızı uzatmaya gidiyoruz. Üsküp’e otobüs garına vardığımızda hemen bilet gişesine gidip saat 13.00 otobüsüne geri dönüş biletimizi alıyoruz. Fakat konsoloslukta Sedat’ın pasaport işlemini hemen yapmalarına rağmen benim pasaport işlemim uzun sürüyor.
Sedat diyor ki “Fatih otobüs garına gidip biletlerimizi satalım, akşam otobüsüne yeni bilet alalım. Eğer biletleri satamaz isek ben biletimi yakmamak için Pristina’ya döneyim.”. “İyi” diyorum. Arnavutlar, Sırplar, Makedonlar, Bulgarlar ve Türklerin dil karmaşasında ki otobüs garında otobüsün yanına gidip biletlerimizi satmaya çalışıyoruz. İnadına o gün kimsenin bilet aradığı yok. Sedat “Kusura bakma Fatih, ben dönüyorum.” diyor. Tam vedalaşırken bir kız gelip telaşla otobüse bilet arıyor. Ben de böylece biletimi yakmamış oluyor, kıza biletimi satıyorum.
Benim biletimi alıp Sedat ile Priştina’ya kadar yolculuk yapan Fatbarla, Sedat’ın sevgilisi oluyor. Daha sonra evlenmeye karar veriyorlar. Sedat’ın annesi Fatbarla’yı istemiyor. Sedat Fatbarla’yı seviyor. Annesi ile ilişkilerini bozup evlilik işlemlerine başlıyorlar. Fatbarla doğu bloğundan bir ülkenin vatandaşı olduğu için birinci şube hakkında soruşturma yapıyor. Soruşturma sırasında Sedat’ın Pertevniyal Lisesi’nde öğrenci iken izinsiz bir yürüyüşe katılıp gözaltına alındığı ortaya çıkıyor. Sedat’ı tekrar gözaltına alıyorlar. Bir solcu olarak doğu bloğundan bir kızı sevmenin altındaki amacı araştırıyorlar. Sedat oralardan da bir şekilde kurtulup Fatbarla’sına kavuşuyor. Priştinaya dönüyorlar. Fatbarla hamile kalıyor. Ve doğum sırasında ölüyor.
Sedat bütün dünya aleme karşı verdiği savaşın sonunda elde ettiği Fatbarla’sını kaybediyor. İstanbul’a Koca Mustafa Paşa’ya dönüyor. Babasının saatçi dükkanının biraz ilerisindeki bir merdivene oturup; zamanı ölçen zembereklerden, dişli çarklardan, akreplerden, yelkovanlardan uzaklaşıp onu Fatbarla’sına kavuşturacak zamansızlığı bekliyor.
Günden güne eriyen Sedat’ın, eriyen kısımları yavaş yavaş Fatbarla’sına ulaşıyor. Birgün bir bakıyorlar ki Sedat artık merdivenlerin üzerinde oturmuyor. Bilenler onun Fatbarla’sının yanında olduğunu biliyorlar.
O günden sonra, ne zaman birisi “Bugün Bayram” dese gözlerim yaşarır. Bayram günü kimseler üzülmesin diye ben gözlerimin neden yaşardığını anlatamam.
Fatih Mika
*Fatbarla, Arnavutça’da bahtı açık anlamına geliyor