Telefonum çaldığında Barboros Bulvarı’na tırmanan belediye otobüsünün içindeydim. Cosetta “Hemen karar vermeliyiz” diyordu. Bir yavru kedi hediye edeceklermiş, Kabul edelim mi? Etmiyelim mi?
Tıkış tıkış otobüsün içinde gözleri üzerime dikilmiş yorgun otobüs yolcularının şaşkın bakışlarına, içimden “faka bastırılıyorum” diye yanıt vermek geçti. Cosetta’ya “iyi, iyi alalım”, kendime de “yeni bir dünya kurulur, benim kuşlarım da o dünyada yerlerini bulur” dedim.
Neyse durakta otobüsten inip, agbeyimin işyerine gittim, hemen Cosetta’yı aradım.
Ambra’nın okul arkadaşı Gaia’nın annesi yeni evlerinin bazı işlerine yardım eden mimar arkadaşına bir iran kedisi hediye etmiş. Ama zavallı kedi yeni evinde bir hafta bile yaşayamadan ölmüş. Fakat böyle değerli bir kedinin garantisi varmış, bir hafta içinde ölürse yenisini veriyorlarmış. Fakat mimar arkadaş bu kötü deneyiminden sonra “ben artik kedi bakamam” demiş. Garanti kagıdı Gaia’nın annesinin elinde kalmış, o da bize bu hakkını teklif etmiş.
Elimizde garanti kağıdı olunca, sipariş hakkımız da vardı. Cosetta kedinin cinsiyetini , Ambra da cinsini ve rengini belirledi: Dişi, mavi bir iran kedisi.
Aradan bir iki hafta geçince dükkandan bir telefon “Kediniz geldi, gelip alabilirsiniz”. Gidip aldık. Aslan gibi yeleli erkek kardeşini dükkanda ki kafesinde içimiz ağlayarak bıraktık. Minoo yaklaşık üç aylıktı.
Adı zaten hazırdı, Minoo. Walt Disney’in “Aristokrat Kediler” isimli çizgi filminin kahramanlarindan biri. Evi de Minoo’ya gore hazırlamıştık. Kafeslerin etrafını kümes teliyle çevirmiştim.
Eve ilk alışmalardan sonra, bir baktım yerlere sürünerek benim kuşlara saldırmaya hazırlanıyor, ben de hazırlandım. Tam kuşlara saldırdıgı zaman yetiştim, poposuna bir şaplak vururken ağzımla da kedilerin kavga ederken çıkardıkları sesi çıkardım. Minoo evin içinda kaçacak delik aradı. Ben hazırlanmış ikinci saldırıyı bekliyordum. Nitekim bir süre sonra salonda ki yemek masasının altından yine yerlere sürünmeler ve saldırı. Ben bu sefer sadece kedilerin kavgada çıkardıkları sesi çıkardım, poposunda ki şaplağı yapıştırmaya gerek yoktu. Minoo onu zaten hatırlamıştı. Yine evin içinda kaçacak delik aradı. Bu antramanlar bir kaç gün devam etti. Evde olmadigimiz zaman salonun kapısını kilitliyorduk. Bir ay sonra da kafeslerin etrafında ki kümes telini çıkarıp attım. Benim kuşlarıma dokunulmayacağını öğrenmişti.
Cosetta bir sabah erkenden beni uyandırdı. Minoo’nun ağzında bir kuş vardı. Ve Minoo kuşu vermiyordu. Yakalayıp kulagını üfledim, kuşu bıraktı. Agzında ki kuş bir erkek serçe idi. Gidip balkona serçeyi saldım. Kuş sapasağlamdı, uçup gitti. O zaman anladım ki Minoo benim kuşlarımla benim olmayanları ayırt ediyor. Nitekim artık aradan beş yil geçti. Geçenlerde gecenin geç bir saatinde bir belgesel izliyorum, belgeselde birden serçeler ötmeye başladı birden, Minoo’nun balkona doğru nasıl koştuğunu görmeliydiniz, gece olduğunu unutmuştu.
Oturdugumuz bina Roma’da yüzyıl önce inşa edilmiş eski bir bina idi. Duvarlarında binayı enlemisine kesen süs amacı ile yapılmış çerceveler vardı. Bir gun baktık Minoo bu çercevelerin üzerinden yürüyerek üç bina ileride ki balkona kadar gidiyor. Ayni şeyi simdiki yeni evimizde de yapıyor, sekizinci katın saçağından üç-dört bina ileriye kadar gidip oralarda güneşlenip geri dönüyor.
Fatih Mika
Not: Ne yazık ki Minoo’yu bir yıl önce kaybettik.