Sarayevo Güzel Sanatlar Akademisi öğrencileri Paris’i gezmeye gitmişler. Her tarafı kültür ve sanat kokan bu şehri gezip Sarayevo’ya döndüklerinde, akademinin en iyi öğrencisi “Sanatta her şey yapılmış, bana yapılacak bir şey kalmamış.” diyerek akademiyi terk etmiş.
Bu en yetenekli öğrencinin, alçak gönüllü tavrına saygı duymamak elde değil. Fakat bu Dünya’ya ekleyecek bir virgülümüzün, bir noktamızın olmaması kötü. Yaratıcılık, herhalde her zaman yeni bir şey yapmak değil. Bazende şimdiye kadar yapılmış olanlara değişik bir gözle bakmak değil mi?
Ulusal Kanal’da canlı yayında Zafer Bilgin bana soruyor:
-“Tuval resmi bile artık aşıldı.” diyorlar. Gravür de eski bir teknik, bu konuda ne düşünüyorsun?
- Bir şeyin çağdaşlığı, onun eskiden beri var olmasına değil; onun nasıl kullanıldığına bağlıdır. Örneğin, cinsel organlarımız, insanlığın başlangıcından beri varlar. Ama, hala seve seve kullanıyoruz.
Bir bisiklet gidonu ve selesinden bir boğa heykeli çıkarmak, deniz kabuklarından maskeler yaratmak, gazete kağıtlarını kesip-yapıştırıp bu nesnelerin anlamlarını değiştirmek, bu Dünya’da hala yeni birşeyler yaratılabileceğini göstermiyor mu?
Sarayevo Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki ilk altı yarıyıl, hocalarımızın istediklerini yapıp meslek öğrenmek zorundaydık. Yedinci ve sekizinci yarıyılda o öğrendiklerimizle kendimize özgü işler üretmemiz, daha sonrada bu ürettiğimiz işlerimizi savunmamız gerekiyordu. Bundan sonra üzerinizden birdenbire öğrenciliğinizin yükü kalkar, onun yerine daha ağır olan sanatçı olma yükü yüklenir. Bu ince bir ot gibi narin olduğunuz andır. Her şey üzerinize üzerinize gelir. Koparılmamaya, ezilmemeye, biraz da olsa ışık alıp gelişmeye çalışırsınız. Çoğu zaman kendinizi savunacak araçlardan yoksun, işin henüz başındasınızdır. Oysa sizin dışınızdaki Dünya’da, sadece bu kavgaları sizden önce atlatmış olanlar, ağaç değil de kütük olmuş olanlar değil; sizin gibi henüz incecik ot olanlar da size gelişip serpilme şansı tanımamaya and içmişlerdir. Tıpkı, Kırkpınar Güreşleri’nde yaşlı güreşçilerin kendilerine rakip olabilecek genç güreşçileri bu tecrübesiz dönemlerinde sakat bırakıp, ileride karşılarına çıkmalarını engellemeleri gibi.
Ben böyle bir dönemimde nû hocam Nada Pivac’ı tanıdım. Nû derslerimize karton kutular içindeki binbir malzeme ile gider; şişko, sarhoş modelimiz Vojo’nun karşısına geçer; karton kutular içindeki bu malzemelere yeni anlamlar, estetik değerler yüklemeye çalışır; dünyaya yepyeni gözlerle bakardık. Kuru bir yaprak bir insan kafasına dönüşür; bir gazete parçası o gün üzerinde olanları değil, sizin resminizi anlatan bir zemin oluşturur. Başarısız olduğunuz deneme baskılarınıza başka malzemelerle, başka tekniklerle yeni anlamlar, yeni tadlar yüklerdiniz. Belki de o günlerde yaşamımı da kesip kesip yeni zeminlere yapıştırmaya, dünyaya başka gözlerle bakmaya başlamıştım.
Fatih Mika