Roma dışındaki bir ortaokulda verdiğim gravür kursundan dönüyorum. Çalışma arkadaşım beni otobüs durağında bırakıyor. Gelen kalabalık otobüse zar zor biniyorum, elimde dosyalar, koltuğumun altında naylona sarılmış nemli gravür kağıtları var. Kalabalığın arasına yerleşmeye çalışırken telefonum çalıyor. Ayşe, ‘merhaba’ diyor. Hemen, bu merhabanın olağan bir merhaba olmadığını anlıyorum. Nedense aklıma ağbeyim geliyor, çünkü Ayşe’nin ağbeyimle iş ilişkileri var, aynı alanda çalışıyorlar.
Ağzına kadar tıkabasa dolu bir otobüsün içinde elleri paketlerle dolu bir adam, yolcuların bilmediği bir dili konuşuyor. Ayşe “Aziz oldü.” diyor. Ben durumu kavrayamıyorum, ne yapacağımı kestiremiyorum, kalabalık otobüste daha da daralıyorum. Trafik, aksam trafiği, otobüs ilerliyemiyor, dışarı çıkmak istiyorum, durağa bir türlü gelemiyoruz.
Duraga geldiğimde hemen kendimi dışarı atıyorum. Bu zamansız ölüm kendini kabul ettirmek için anilarımızı gözlerimin önüne seriyor. Bir ,iki, beş, on değil yüzlerce anı. Bazıları küçük küçük, bazıları kocaman; ama, hepsi bizleri biz yapan anılar. Vücudumu, kafamı kontrol edemiyorum, sadece yürüyorum. Eve gelip kapıyı açtığımda kızım sevinçle bir arkadaşımın beni telefon ilr aradığıni söylüyor, ben boşalıyorum. Ağlaya ağlaya mutfağa giriyorum, lavaboda bulaşıklar var. Öglen aldığım hamsileri temizleyip yıkamak için önce bulaşıkları yıkamam gerekiyor. Ağlaya ağlaya bulaşıkları yıkamaya başlıyorum. Ambra şaşkın “baba ben yıkayayım” diyor. Bulaşıkları yıkaması için Amra’ya bırakıyorum. Ambra, hayatında ilk defa beni ağlarken görüyor ve ilk defa bulaşık yıkıyor. Ben ağlıyorum. Sonra hamsileri temizlemeye başlıyorum. Gözümün önünde Karadeniz’in evladı Aziz, halkevinde talaş sobası üzerinde pişirdiğimiz hamsi buğulamaları. Kulağımda bir kadın çığlığı: ‘Uyyy anam’
Birgün talaş sobasının talaşı devriliyor, halkevi duman içinde. Aziz tekstilde çalışan Sarı Suat ile birlikte soba yansın diye talaşların ortasındaki deliği açmaya çalışıyorlar. Talaşların ortasında ki deliği açtıklarında sıcaktan birikmiş gaz alev alıp parlıyor. Sobanın başındakilerin saçları kirpikleri yanıyor, Aziz’e bir şey olmuyor. Uzun boyuna alevler yetişemiyor.
Oysa şimdi gözlerim yaşlı, bu ölümün Aziz’e yetişmesine bir türlü katlanamıyorum.
Fatih Mika