italiano
Fatih Mika  
 
Güncel
  Katar Sergisi Doha
  “Yantai Art Museum”
  100 Öğrenci 100 Gravür Belgrad
  Belgrad Kişisel Gravür Sergisi
  Geri Dönüş II
  Anneme
  Work Shop
  Kestane
  Mezlaka-i Akdâm
  Modissima feat. Turkey Contemporary Art
  Sergi
  Segno e Insegno
  Çağdaş Türkiye
  40. Sulmona Sergisi 2013
  Gravür Sanatçısı: Fatih Mika
  İzler
  Atölye
  Beklemenin Tadı
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Noel Kokteyli
  deniz kızı
  bahane olmalı
  Edebi Ruhun Resme Aksi
  iyi ki saklamışım
  Palamut
  ayvansaray
  İşkence
  bir güvercin
  siyah selvi
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Ahlat Ağacı
  Küpeler
  cam kırıklarıyla
  Kaktüs
  otlar
  Bonsai
  doldurup heyecanları
  Tebessüm
  Mimar Sinan
  Bulla
  Serçeler
  Değer
  Kumlu Begonya
  Aşk-Meşk
  İrfan Baba
  Deli Sanat
  Çapari
  spookyman
  Ischia Adası II
  Atölye
  bir rüzgar okşar
  Kes Yapıştır
  Arte 3
  boğaziçinde
  yandaki çiçek
  Ben Çingene Olmak İstiyorum
  gecenin dalı yok
  napoliden geçerken
  med cezir
  Picasso
  calò
  Mara
  Antico Caffe Greco
  Dirsek Teması
  Cara Pippa
  İki Kaptan
  Roma Leonardo da Vinci Havaalanı
  San Valentino
  Duman
  Kar Tanesi
  Aziz
  Fatbarla*
  Roma'ya Başlamak
  bisiklet
  Saatler
  Bahçem
  Yaşamak
  Fink Fink II
  Fink Fink
  Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? IV
  Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? III
  Ischia Adası
  Minoo
  Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? II
  Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? I
  Albrecht Dürer
  bir özlemim kalmış
  Çiçekler
  Sanatta raslantının denetimi
  Agop Mehmet Ali
 
 
Temmuz
04
2007
Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? I
 


 
Babamla oturup serpme ağı için kurşun döktüğümüz günü anımsadım. Hurda kurşunları paslı bir teneke kutuya doldurup ateşin üzerine koymuştuk. Ben, teneke kutunun içinde ağır ağır eriyen kurşunları, Tombouktou gölünün suları da durmuş bizi seyrediyorlardı. Ateşin diğer yanına ısınsınlar diye  kurşunların biçimleri oyulmuş tuğlaları koyduk. Ateş köz olmuştu. Ben gözlerimi babamın ellerinden hiç ayıramıyordum. Babam, tıpkı katakulama ağacından tekne oyar gibi her hareketini ağır ağır ve bilgelikle yapıyordu. Sıcak tuğlaları bir kanca ile ateşin üzerinden aldı, sabun sürdüğü deliklere kepçeyle yavaş yavaş  kurşunu doldurdu. Sonra tuğlayı ters çevirip kurşunları kırmızı toprağın üzerine attı. Dua eder gibi saatlerce tane tane kurşun döktük. Sakin bir yaz akşamüstüydü.
 
Babam gidip ağaca asılı olan ağı aldı. “Bu ağı, bu mekik ile, ilmek ilmek annen ve kız kardeşin ördüler. Saçları erkekler gibi dökülmeyen kadınlar, saçlarını toplu tutabilmek için düğümü icat ettiler. Düğüm atan kadın erkeği korkuttu.” dedi ve ekledi “Sen kadınlardan korkma.”
 
(“Bende olanı bende olmayanla değiştirmek istiyorum.” Hun hükümdarı Mete’nin  M.Ö. 192’de Çin imparatoriçesine yazdığı mektuptan.)
 
Oniki kilo kurşunu dizdiğimiz bu beyaz serpme ağı ile sarı kamışların arasındaki mavi sularda; iri pullu, kırmızı yüzgeçli, ördek ağızlı, ağır kokulu yeşil balıklar avladım. Suyun altındaki dünya üzerine hayaller kurar, nasıl uçurtmamla bulutların, martıların arasına karışırsam; serpme ağımla suların dibine çöker, yeşil yosunların, iri pullu balıkların arasına girerdim. Şefaf karidesler sıçrayarak benden uzaklaşırlar, kayabalıkları saklandıkları oyuklardan ne oluyor diye bakarlar, sazanlar ayaklarımın kaldırdığı kumların arasındaki böceklere saldırırlarken, turnalar da onları avlarlardı. Ben serpme ağımı bu karmaşanın üzerine atar; jilet dişli ördek ağızlı turna balıklarını avlar; kendi ekmeğimi denizden çıkardığıma inanırdım. Bu bana, kimseye muhtaç olmadan yaşayabileceğim hissini verirdi.
 
Bahçelerimizde ki ağaçları biz budardık. Doğada ki ağaçlar yükünü taşıyamadıkları dallarından besinleri geri çekip o dalların kurumasını sağlarlar. Rüzgarlarda yere düşen bu kuru dalları toplar büyük bir ateş yakardım. Ateşin köz olmasını beklemeden ve turna balıklarını temizlemeden bu ateşin üzerine atar, yanan dallarla örter, böğertlen toplamaya giderdim. Ayaklarımın dibinde kırmızı göğüslü nar bülbülleri uçuşur, bir kurbağanın suya atladığını duyar, ezdiğim kekiklerin kokuları burnuma gelirdi. Sonra dönüp, sönmeye yüz tutmuş ateşin içinden, kapkara olmuş turna balığını alırdım. Yanmış pullu derisini kaldırdığımda lezzetsiz ama bembeyaz bir et ortaya çıkardı. “Ama bu Sakarya balıklarının etinin lezettinden ziyade, isimleri hoşuma giderdi. Oklama, Cılbık, Hosgün… Sakarya balıkları isimleriyle beraber yendiği için lezetlidir.(Sait Faik –Sakarya Balıkçısı)”
 
Balığımı yedikten sonra güneş Firüzköy’ün arkalarına çekilmiş olur, bu saatte gölün kenarındaki akağacın gölgesi de gölün suyuna düşerdi. Ben tekneyi tam bu gölgeye denk gelecek şekilde demirler, oniki yaşımda keşfettiğim Panait İstrati’nin  kitaplarını okurdum.
 
Fatih Mika 4 Temmuz 2007 Roma