Ağaçlarda yaprakların kıpırdamadığı sıcak bir yaz günü; hallaçın dutun gölgesine çöküp, kirişin gerilmiş ipine tokmağı ile tınk tınk vura vura pamuğunu attığı; kartonlardan kesilmiş desenlerle bombeler yapılarak dikilmiş, koyu kırmızı yorganı annem salona sermiş, çarşaf kaplıyor.
İçinde sevinçlerimizin, üzüntülerimizin gözyaşları; rüyalarımız, terlerimiz, şehvetimiz, mahremiyetimiz; kendi yaratılışımız ve yarattıklarımızın örtündüğü çarşaftan, annem başını kaldırıp bana doğru çeviriyor. Bir şeyi kafası almamış olacak ki, bana duvarda ki gravürlerimi gosterip “Fatih sen bunlarla mı yaşayacaksın?” diye soruyor.
Annemin derin göl suları gibi yeşil gözlerinin içinde, denizlerden getirilmiş renkli çakıltaşları var.
Akademiyi yeni bitirmiş, beş yıldır donemediğim ülkeme yeni donmüşüm. İçimden evet dediğimi biliyorum da, anneme ne dediğimi anımsamıyorum.
Aslında ben zaten gravürle yaşıyorum, annemin kastettiği ise geçinmek.
Çinko kalıpların üzerine sapsarı reçine (colofonia) tozu serpiyorum. Sarı reçine bulutlarından, çinkonun üzerine düşmesi gerekenlerin hesabını her zaman tam yaptığım halde, ciğerlerime gidenlerin hesabını bir türlü yapamıyor; nitrik asitler kaynayan kabarcıklarla çinko kalıpları oyup gravüre dönüştürürken, gravürle yaşamak ne kelime, ben de içim dışım oyularak gravür oluyorum. Eğer ağzımdan iki kelime dökülüyor ise o delikler yüzünden ağzımda tutamadığım; kağıtların üzerine bir iz bırakabiliyorsam o oyuklarda gravür mürekkepleri kaldığı içindir.
Bugün pazar. Yarın İstanbul’a hareket edeceğim. En son gravürleri de dosyalara koyuyor, atölyeyi temizliyor, ayak altında kalmaması gereken malzemeyi raflara yerleştiriyorum. Birden, Annemin, henüz bitiremediğim gravürünün deneme baskısı ile yüz yüze geliyorum. Sabırla bakır kalıbı hazırlayışım, sonra bakır kalıbı yavaş yavaş mıskala (brunitoio) ile ezerek annemin yüz hatlarını ortaya çıkarışım. Annemin gözleri, göz kapakları, burnu, dudakları, alnı, yanakları. Islak kağıtlar, terebentin, tiner, petrol, mürekkep kokuları. Ve annemin portresini bir türlü bitiremeyişim.
Birden annemin sesini duyuyorum “Fatih ne olur beni kandırma. Bu arada kaç tane gravür bitirdin. İsteseydin benim portremi de şimdiye kadar bitirmiştin. Oysa sen, benim gözlerimin içine bakmak, yanaklarıma dokunmak, dudaklarımdan iki kelime işitmek istiyorsun. Beni bitirmemenin nedeni bu. Gravür de aşk gibi, yenisine başlamak için eskisini unutmak zorundasın.
Hadi sağ üst koşeye bir güvercin koyuver, bu gravür de bitmiş olsun, İstanbul’a birlikte gidelim.”
Fatih Mika, Ekim 2007 Roma