Günler uzamaya, havalar ısınmaya başladı. Toprağa, suya cemreler düştü.
Gürüldeyenı ırmakların kenarlarından,
pembe-beyaz baharlar açmış badem ağaçlarının üzerinden,
nisan yağmurlarında ıslanarak,
hindibağ yaprakları yiyerek,
ilkbahar güneşi üzerimde,
aşk nağmelerim yüreğimde ben geri dönüyorum.
Orta İtalya’da, bir dağ evinin bahçesinde kendime bir selvi seçtim. Ortalıkta kediler yok.
Ev sahipleri kibar insanlar, balkonlarına sakız sardunyaları diziyorlar, gülleri buduyorlar, çit kenarlarındaki defnelere çeki düzen veriyorlar. Ben, kendime bir eş bulduğumda bu yıl burada yavrularımızı büyütecek kadar yem ve su olur mu? Etrafta bizi rahatsız edecek insan ve hayvanlar var mı? diye araştırıyorum.
Bu bahçeyi gözüm tuttu.
Selvinin en uç noktasına çıkıp mavi başımı, yeşil kuyruküstümü, demirpası kahverengi sırtımı, gülkurusu göğüsümü,siyah-beyaz kanatlarımı güneşte parlatıp en güzel şarkılarımı söylüyorum. Amacım bu yıl da Fink Fink’in gönlünü çalmak.
Ama ne zaman selvinin tepesine çıksam başka bir ispinoz gelip karşımdaki selvinin üzerine konuyor. Benim kadar güzel renkleri, benim kadar güzel nağmeleri var. Renklerimi daha fazla parlatsam o da renklerini parlatıyor. Şarkılarımı daha da güzelleştirsem o da şarkılarını güzelleştiriyor. Dayanamıyor üzerine saldırıyorum. O da bana saldırıyor. Ben Fink Fink’i kıskanıyorum.
Her göğüs göğüse karşılasmamızdan sonra Bayan Sandra’nın avucunun içinde ayılıyorum.
Bayan Sandra her sabah balkonda baygıin bir ispinoz buluyor. Okşuyor kendine gelmesini sağlıyor ve salıveriyor. Ama ertesi gün ispinozu baygın şekilde tekrar balkonun ortasında buluyor.
Bayan Sandra ne olduğunu anlayamıyor. Bana telefon ediyor.
- Ne olur bana yardim et. Neden her sabah balkonda baygın bir ispinoz buluyorum.
- Teleşlanma Sandra. Sadece balkonun penceresinin camlarını ayna gibi parlatma. İspinoz ayna gibi camda kendisini görüp rakibi sanıyor.
Fatih Mika