Biz “Kaptan Amca” diyoruz. Polis kayıtlarında “Agop Mehmet Ali”. Artık çok yaşlı. Esrarı otuzbeş yıl içtikten sonra bıraktım diyorsa da, her gün üç şişe Güzel Marmara’sı, ya da genel deyimi ile “Köpek Öldüren”i var. Bugünlerde “sigarayı da bıraktım” diyor. Galiba sadece paket almayı bırakmış.
Durup dururken Kaptan Amca demiyoruz. Miljacka adında ince bir nehiri olan Saray-Bosna’da adam elbette kaptan olamaz. Ama aile İstanbul’a göç edince her şey değişiyor. Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Mehmet Ali de kaptanlığı öğrenip kırmızı bulutlu, yeşil balıklı, lacivert denizlere açılıyor, liman liman dolaşıyor. Ta ki Selanik önlerinde, kıyıda dönen dönek güvercinleri seyre dalıp, Mısır’dan yüklenilmiç döllü kısraklarla dolu gemiyi karaya oturtuncaya kadar. Bu gemiyi karaya oturtma bahane oluyor. Bir çok kişinin güzel dediği, uğruna ölümleri göze aldığı şeylerle birlikte, apoletli beyaz kaptan üniformasını da çıkarıp bir kenara, hem de geri dönüp aramayacağı bir kenara bırakıveriyor.
Biz çimdi bazen Kaptan Amca ile reçel yapmak için Langa Bostanları’ndan baba incir topluyoruz. Bazen Mermer Kule’ye saka kuşu tutmaya gidiyoruz. Bazen çapariye. Hiç birşey yapmaz isek güvercin uçuruyoruz.
Kümesin içinde sıra sıra folluklar. Folluklarda cins cins güvercinler. Güvercinlerin altında bembeyaz çakıl taşı gibi yumurtalar, bazılarının altında çirkin diken tüylü yavrular. Kimisi gidip karşı çatıya konar akşama kadar kümese inmez, kimisi alır başını gider, bir daha dönmez, kimi de yuvasını şaşırır bize gelir. İşte böyle birgün bu. Bir yavru beyaz güvercin, Kaptan Amca’nin apoletli gömleği kadar beyaz, gelir karşımızdaki çatıya konar. Yem atarız inmez, su dökeriz inmez. Biraz durur alır başını gider. Yarım saat sonra bir bakarız yine gelmiş. Tekrar yem atarız, tekrar su dökeriz. O yeme bakar, suya bakar içi gider. Bize bakar, kümese bakar tanıyamaz. Kümes onun kümesi, biz onun sahibi değilizdir. Tekrar alır başını gider. Biz “artik gitti bir daha dönmez” derken bir bakmışız tekrar gelip karşı çatıya konmuş. Kaptan Amca yeniden yem, yeniden su “hadi kızım, hadi oğlum geliver. Bizim burada yem haftadan haftaya, su yağmurdan yağmura” diyerek kuşu kandırmaya çalışır.
Kaptan Amca, bazen efkarlanır, ölüm aklına gelir. “Ben ölmem” de diyemez, “Ben öleceğim, tekrar dünyaya geleceğim.” der. Ben hak veririm. Dünyayı böyle katıksızca seven bir insana ölümü yakıştıramam. Sonra kim sallana sallana yürür Langa Bostanları’nda? Yeni Kapı sahillerinde kim lodosculuk yapar? Sonra biz kime sorarız “Bu sakanın ön ağızları nasıl?” diye. Sonra kim tanıyabilir kokusundan benim torbamda ki balığın kırlangıç balığı olduğunu? Çapariyi çapraz bağlamayı kim öğretir? Hindibağ salatasını kiminle yaparız? Sonra kimden dinlerim yahudi, rum, ermeni kızların hikayelerini?
Kaptan Amca yine çok efkarlanıyor bu sıralar. Şu nükleer reaktörler, Çernobil’in radyasyon bulutları filan. Sonra neye yarar ki Dünya, öldükten sonra dirilsen bile!
Fatih Mika
3/5/1986