bir küçük kuş kalbim
telden kafeslerin içinde
yeşil yaprakların uzağında
kırların uzağındayım şimdi
Michele’nin karısı kahveleri getiriyor, Fatih ne kahveye ne de kahveyi getirene bakıyor. Fatih beni süzüyor.
Bir ara yine kendi aralarında konuşuyorlar, gülüşüyorlar bağırışıyorlar. Ama Fatih’in bir gözü hep bende. En sonunda Fatih “Michele, bu ne güzel ispinoz” diyor. Michele de Fatih'e “İstiyorsan al” diyor.
Küçücük bir karton kutunun içinde küçücük deliklerden nefes alarak Fatih’in evine varıyoruz. Ambra, kahramanı fok olan bir filim izliyor, fokun adı “André”. Kutudan çıkıp yeni kafesime girdiğimde Ambra benim kafamın renkleri ile fokun kafasının renkleri arasındaki benzerleği farkedip benim adımı André koyuyor.
Çok büyük ve tertemiz bir kafes,. Kafesin altı kumla kaplı. Sivrisinekler beni rahatsız etmesin diye Fatih kuma sardunya kokuları damlatmış. Michele’nin kafeslerindeki günlerden sonra kendimi sarayda hissediyorum.
Fatih az anasıinın gözü değil. Bana çok iyi bakıyor. Kırlarda nasıl yaşadığımı, neler yediğimi, neleri sevdiğimi biliyor. İlkbaharda bana tohumlar çimlendiriyor. Nereden buluyorsa arı larvaları buluyor.
Ben zevkten dörtköşe en güzel şarkılarımı ötüyorum. Cosetta sabahları benim sesimle uyanmaktan rahatsız Fatih’e “Götür bu teneke gürültüsünü, rahat rahat uyuyamıyorum” diyor. Ben çok üzülüyorum şarkılarımı güzelleştiriyorum ama fayda etmiyor.
Fatih aşık. Fatih herşeyi seviyor. Kuşları seviyor, çiçekleri seviyor, balıkları seviyor, sanatı seviyor, kadınları seviyor, kavga etmeyi seviyor. Fakat en çok benim Fink Fink için söylediğim karşılıksız aşk şarkılarımı seviyor. Bu şarkılarda herşey var. Su sesleri, yaprak sesleri, akasyaların çiçek açarken çıkardıkları sesler var. Bu seslerde ağustos böceklerinin sanatı, karıncaların işçiliği Fink Fink’in yuva yapaken çıkardığı sesler var. Bu seslerde mevsimler, mevsimlerin renkleri, mevsimlerin sıcağı, mevsimlerin soğuğu, mevsimlerin kokusu var. Bu seslerde hissedilmek, hissetmek, bugün var olup yarın olmamak var. Fatih sabahların körlerinde uyanıp beni dinliyor. Bu seslerde onun çocukluğu, gölleri, okulu kaytarmaları, lastik çizmeleri, ilk aşk şiirleri, yabani su sümbülleri, poyrazlar, lodoslar, lodosların köpüklü dalgalarına dokunan martılar, böğürtlenler, güvemler, kuzukulakları, badem çağlaları var. kırlardan döndüğünde tepside bulduğu annesinin yufka yufka actığı sıcak ıspanaklı börek var.
Hiç kimse, Cosetta da bu seslerı duyamıyor. Bir sabah gelip kafesimin kapısını açıyor. Ben şaşkın. Biraz da Fatih’e ayıp olmuyor mu? Diye arkama baka baka uçup Piazza Vittorio’daki Lübnan sedirinin en üst dalına konuyorum. Ne göreyim: Karşımda çocukluk aşkım Cink Cink var. Seviniyorum. Hem de biliyorum ki, Fatih bana kızmayacak.
her seferinde böyle başlıyorum hayata
her seferinde yanlışlarla
ve her seferinde böyle aşık olurum
ne olur Fink Fink
beni bağışla
Fatih Mika